14 Ekim 2009 Çarşamba
13 Ekim 2009 Salı
BİR TESPİT
Sırt Kaşıntısı
Ne zordur bilge insan kimliğinin size yakıştırılıp, ömrünüz boyunca o kimlikle yaşamak zorunda kalmanız. Tıpkı bir dergi veya gazetede hergün sorunlara çözüm öneren bir sütununuz olması gibi. Çoğu zaman içinizden "Bu salaklıkla yine de adam yerine konduğun için şükret" demek geçse de hiç bir zaman bunu söyleyemezsiniz. Çünkü siz bilge kişisinizdir. İnsanlar sanki sizden sırtlarının kaşınmasını isterler. Ne uzun, ne kısa olmayan bir boyda kesilmiş ve henüz törpülenmemiş tırnaklarınızı kürek kemiklerinin ortasına yerleştirip dairesel hareketlerle, bir yukarı, bir aşağı ama ölçüyü hiç kaçırmadan, batırarak kaşımanız gerekmektedir. Bu arada kedi gibi yumuşak hareketlerle önünüzde hafifçe dizlerini kıran birinin sırtının ensesine doğru olan bölgesinin daha çok kaşındığını bilerek, tırnaklarınızı bu bölgeye kaydırmanız gerekmektedir. Aynı şekilde önünüzde arkası size dönük olarak duran kişinin, bir balerin edasıyla parmaklarının ucunda yükselmesi de, kaşınan bölgenin, şu anda kaşımakta olduğunuz yerin biraz alt kısmında olduğunun göstergesidir. Tüm bunları bileceksiniz. Üstelik her şey öylesine törensel bir ritm içinde akıp gitmeli ki, kaşıma işleminin bitiminde üreme olayının neden gerçekleşmediğine şaşırılacak kadar inandırıcı olmalısınız.
Öyle ya alınan haz neredeyse ilk sevişmenin sonundaki orgazma eşittir. Kafaları karışmalı, bildik şeyler yeniden sorgulanmalıdır.
Gelgelelim siz yeni kesilmiş, törpülenmediği için çatal çatal duran tırnaklarınızı kendi sırtınız üzerinde aynı rahatlıkta kullanamazsınız. Hele kilo alma sürecine girdiyseniz, kollarınızın hergün neredeyse biraz daha kısalmakta olduğunu görürsünüz. Sırtınızın orta yerine uzanabilmeniz artık imkansızlaşmıştır. Tıpkı herkesin geleceği hakkında kehanetlerde bulunacağına, piyangoda ikramiye isabet edecek numaraları saptamanın önemini bilmez ve anlamazmış gibi duran bir kahin gibi yetersizsinizdir. Kaşınmak için çoğunlukla tahtadan yapılan, uzun saplı elleri kullanmak zorundasınızdır. Çoğu küt ve parmaklarını kırmayı bile akıl edemeyecek kadar kaba birinin eli gibidir. Sırtınızda gezinmesi kaşıntınızı daha çok güdüler. Bir an önce ondan kurtulmak istersiniz. Bazıları ise parmak yerine konan kalın kürdanlardan farksızdır. Uzun sapın gerisinden, ne denli bastıracağınızı ayarlayamazsanız her tarafınızı çizer, acıdan büzülürsünüz. "Nereden çıktı şimdi bu kaşınma, niye kaşınıyorum ki" diye karşı çıkarsınız. Oysa bu belki de herkesden fazla olduğunu bildiğiniz kaşıntınızı engellemez, arttırır.
Yeryüzünde hiç bir zaman büyük ikramiyeyi bir kahinin kazanamayacağı gibi, sizin de sırtınızı kaşıyacak biri olmayacaktır.
Ne zordur bilge insan kimliğinin size yakıştırılıp, ömrünüz boyunca o kimlikle yaşamak zorunda kalmanız. Tıpkı bir dergi veya gazetede hergün sorunlara çözüm öneren bir sütununuz olması gibi. Çoğu zaman içinizden "Bu salaklıkla yine de adam yerine konduğun için şükret" demek geçse de hiç bir zaman bunu söyleyemezsiniz. Çünkü siz bilge kişisinizdir. İnsanlar sanki sizden sırtlarının kaşınmasını isterler. Ne uzun, ne kısa olmayan bir boyda kesilmiş ve henüz törpülenmemiş tırnaklarınızı kürek kemiklerinin ortasına yerleştirip dairesel hareketlerle, bir yukarı, bir aşağı ama ölçüyü hiç kaçırmadan, batırarak kaşımanız gerekmektedir. Bu arada kedi gibi yumuşak hareketlerle önünüzde hafifçe dizlerini kıran birinin sırtının ensesine doğru olan bölgesinin daha çok kaşındığını bilerek, tırnaklarınızı bu bölgeye kaydırmanız gerekmektedir. Aynı şekilde önünüzde arkası size dönük olarak duran kişinin, bir balerin edasıyla parmaklarının ucunda yükselmesi de, kaşınan bölgenin, şu anda kaşımakta olduğunuz yerin biraz alt kısmında olduğunun göstergesidir. Tüm bunları bileceksiniz. Üstelik her şey öylesine törensel bir ritm içinde akıp gitmeli ki, kaşıma işleminin bitiminde üreme olayının neden gerçekleşmediğine şaşırılacak kadar inandırıcı olmalısınız.
Öyle ya alınan haz neredeyse ilk sevişmenin sonundaki orgazma eşittir. Kafaları karışmalı, bildik şeyler yeniden sorgulanmalıdır.
Gelgelelim siz yeni kesilmiş, törpülenmediği için çatal çatal duran tırnaklarınızı kendi sırtınız üzerinde aynı rahatlıkta kullanamazsınız. Hele kilo alma sürecine girdiyseniz, kollarınızın hergün neredeyse biraz daha kısalmakta olduğunu görürsünüz. Sırtınızın orta yerine uzanabilmeniz artık imkansızlaşmıştır. Tıpkı herkesin geleceği hakkında kehanetlerde bulunacağına, piyangoda ikramiye isabet edecek numaraları saptamanın önemini bilmez ve anlamazmış gibi duran bir kahin gibi yetersizsinizdir. Kaşınmak için çoğunlukla tahtadan yapılan, uzun saplı elleri kullanmak zorundasınızdır. Çoğu küt ve parmaklarını kırmayı bile akıl edemeyecek kadar kaba birinin eli gibidir. Sırtınızda gezinmesi kaşıntınızı daha çok güdüler. Bir an önce ondan kurtulmak istersiniz. Bazıları ise parmak yerine konan kalın kürdanlardan farksızdır. Uzun sapın gerisinden, ne denli bastıracağınızı ayarlayamazsanız her tarafınızı çizer, acıdan büzülürsünüz. "Nereden çıktı şimdi bu kaşınma, niye kaşınıyorum ki" diye karşı çıkarsınız. Oysa bu belki de herkesden fazla olduğunu bildiğiniz kaşıntınızı engellemez, arttırır.
Yeryüzünde hiç bir zaman büyük ikramiyeyi bir kahinin kazanamayacağı gibi, sizin de sırtınızı kaşıyacak biri olmayacaktır.
11 Ekim 2009 Pazar
YENİDEN HATIRLADIĞIM ESKİ BİR PORTRE
Hemşire
Yatmakta olduğum hastanenin yangın merdiveninin olduğu boşlukta sigara içiyordum.
" Sizi arıyordum. Yine burada olduğunuzu tahmin ettim."
Diyerek yanıma geldiğinde, yaramaz çocuğunun yaptıklarına kızmaktan öte onu şımartan bir ifade vardı yüzünde. O gün bana ve birkaç odaya daha bakmakla yükümlü olan hemşirelerden biriydi. Sabahtan beri bir kaç kez tansiyonumu ölçüp, ateşimi almış olmasına karşın gözlerinin renginin bu kadar güzel olduğunu farketmemiştim. Ancak simsiyah kedilerde görünen cinsten, açık yeşil ve parlak gözleri vardı. Kuşkusuz çok kedinin de gözleri bu renktir ama daha çok siyah kedilerde bu ortaya çıkar. Bunu ona söylemedim. Yeşil gözlü karakedileri ne kadar sevdiğimi ve önemsediğimi anlayamaz, "karakediler gibisin" dememi yanlış değerlendirebilirdi. Yalnızca şaşkınlığımı ortaya koyan şu cümle çıktı ağzımdan:
" Ne güzel gözlerin varmış senin. Dur bakayım tam olarak ne renk? "
Beyaz teni belirgin şekilde pembeleşerek "açık yeşil" dedi. O anda teninin de çok açık olduğunu farkettim. Doğal olduğu hemen anlaşılan sapsarı saçları vardı. Ona asla karakedi yakıştırması yapamazdım. Ama zaten benim vurgulamak istediğim, o renkteki bir gözün ancak karakedilerde dikkat çekebileceğiydi. Neyse tüm bu yakıştırmaları bir yana iterek böylesine farklı, parlak gözlerin onun mutluluk hanesine bazı artılar getirip getirmediği düşüncesine kapıldım bu kez.
" Söyle bakalım" dedim "Bu denli çarpıcı ve güzel gözlere sahip olmak sana mutlu olmak adına bir yarar sağladı mı? "
Acı acı güldü.
" Hayır" dedi.
Yaşının otuz civarında olduğunu düşünmüştüm. Oysa yirmiikiymiş. Otuzuna geldiğinde eminim bu "hayır" yanıtı daha bir vurgulu dökülecekti dudaklarından. Daha kırgın daha mutsuz olacaktı. Ama mutluluk beklentisi daha uzun yıllar devam edecekti.
Çevresindeki herşeyin sorumluluğunu ve kontrolünü tek başına üstlenmeyi seçmiş ve saçına elli yıldır aynı topuzu yapmaktan vazgeçmeyecek kadar bunu kendine yakıştıran yaşlı kadınlar gibi sorgusuzca benimsemişti. Olduğundan çok daha büyük göstermesine karşın, zaman zaman belki de yaşının yarısından bile küçük olan çocuk bakışlarını görmezden gelemezdim. Bir anda kepini ve önlüğünü fırlatıp, koşarak evcilik oynayan arkadaşlarının yanına gidebilirmiş gibi geldi bana. Sanırım kontrol etmeyi en çok istediği ve zorlandığı bu bakışlarıydı.
Ona sigara tuttum. Ürkek aldı. Merdiven boşluğunda aynı suçu paylaşan iki okul kaçağı gibi biraz konuştuk. Okulunu yeni bitirmiş, bu hastanede işe başlayalı daha birkaç ay olmuştu. Ailesinin en küçüğü olmasına karşın, aile bireylerinin bana göre incir çekirdeğini doldurmayacak sorunlarını, yaşamın en büyük felaketleriymiş ve mutlaka kendisi tarafından çözümlenmesi gerekiyormuşcasına bir sahiplenmeyle anlatırken çok tedirgindi. Sürekli merdivenin bir üst, bir alt basamağı arasında gidip geliyor, bizi gören veya duyan birilerinin olmadığından emin olmaya çalışıyordu. Herkesi ve her olayı inanılmaz önemsiyor ve sevgiyle yaklaşıyordu. Yine de beni bu standardının ötesinde sevdiğini anlayabiliyordum. Çünkü sergilediği sevecenliğinin ve anaçlığının çok daha fazlasının içinde saklı kaldığını bildiğim bu genç insanı ben de sevmiştim. Çocuğum yaşında olmasına karşın, o bana çocuğuymuşum gibi davranıyordu. Yaşı ilerleyip kırgınlıkları biriktikçe, belki bugüne kadar sergilediği sevecenliğini ve anaçlığını bile fazla bularak, o içindeki kocaman birikimi hiç devreye sokmayacak olmasından
korktuğumu düşündüğüm sırada;
" İsterseniz yatağınıza gidelim ve ben sizin bacağınıza yeniden pansuman yapayım. Bu kadar süre yatak dışında olmanız hiç doğru değil. Zaten bir önceki pansumanınızı yaparken siz uyuyordunuz. Uyandırmaktan korktuğum için pansumanınız tam istediğim gibi olmadı. Ama inanın çok güzel uyuyordunuz. Uyandırmaya kıyamadım. Ve de sanıyorum size pansuman yaptığımı hiç farketmediniz değil mi? "
Diye sordu.
" İnanmıyorum!.. Bana uyurken pansuman mı yaptın? Hiç hissetmedim. Oysa uykum çok hafiftir." Derken yalan söylüyordum.
Şömine önünde yanmak üzere sırasını bekleyen bir kütük sorumsuzluğu ve rahatlığı içinde, bir an önce başımdan gitsin diye,yattığım yerde uyuyor taklidi yaptığım için utandım.
Yatmakta olduğum hastanenin yangın merdiveninin olduğu boşlukta sigara içiyordum.
" Sizi arıyordum. Yine burada olduğunuzu tahmin ettim."
Diyerek yanıma geldiğinde, yaramaz çocuğunun yaptıklarına kızmaktan öte onu şımartan bir ifade vardı yüzünde. O gün bana ve birkaç odaya daha bakmakla yükümlü olan hemşirelerden biriydi. Sabahtan beri bir kaç kez tansiyonumu ölçüp, ateşimi almış olmasına karşın gözlerinin renginin bu kadar güzel olduğunu farketmemiştim. Ancak simsiyah kedilerde görünen cinsten, açık yeşil ve parlak gözleri vardı. Kuşkusuz çok kedinin de gözleri bu renktir ama daha çok siyah kedilerde bu ortaya çıkar. Bunu ona söylemedim. Yeşil gözlü karakedileri ne kadar sevdiğimi ve önemsediğimi anlayamaz, "karakediler gibisin" dememi yanlış değerlendirebilirdi. Yalnızca şaşkınlığımı ortaya koyan şu cümle çıktı ağzımdan:
" Ne güzel gözlerin varmış senin. Dur bakayım tam olarak ne renk? "
Beyaz teni belirgin şekilde pembeleşerek "açık yeşil" dedi. O anda teninin de çok açık olduğunu farkettim. Doğal olduğu hemen anlaşılan sapsarı saçları vardı. Ona asla karakedi yakıştırması yapamazdım. Ama zaten benim vurgulamak istediğim, o renkteki bir gözün ancak karakedilerde dikkat çekebileceğiydi. Neyse tüm bu yakıştırmaları bir yana iterek böylesine farklı, parlak gözlerin onun mutluluk hanesine bazı artılar getirip getirmediği düşüncesine kapıldım bu kez.
" Söyle bakalım" dedim "Bu denli çarpıcı ve güzel gözlere sahip olmak sana mutlu olmak adına bir yarar sağladı mı? "
Acı acı güldü.
" Hayır" dedi.
Yaşının otuz civarında olduğunu düşünmüştüm. Oysa yirmiikiymiş. Otuzuna geldiğinde eminim bu "hayır" yanıtı daha bir vurgulu dökülecekti dudaklarından. Daha kırgın daha mutsuz olacaktı. Ama mutluluk beklentisi daha uzun yıllar devam edecekti.
Çevresindeki herşeyin sorumluluğunu ve kontrolünü tek başına üstlenmeyi seçmiş ve saçına elli yıldır aynı topuzu yapmaktan vazgeçmeyecek kadar bunu kendine yakıştıran yaşlı kadınlar gibi sorgusuzca benimsemişti. Olduğundan çok daha büyük göstermesine karşın, zaman zaman belki de yaşının yarısından bile küçük olan çocuk bakışlarını görmezden gelemezdim. Bir anda kepini ve önlüğünü fırlatıp, koşarak evcilik oynayan arkadaşlarının yanına gidebilirmiş gibi geldi bana. Sanırım kontrol etmeyi en çok istediği ve zorlandığı bu bakışlarıydı.
Ona sigara tuttum. Ürkek aldı. Merdiven boşluğunda aynı suçu paylaşan iki okul kaçağı gibi biraz konuştuk. Okulunu yeni bitirmiş, bu hastanede işe başlayalı daha birkaç ay olmuştu. Ailesinin en küçüğü olmasına karşın, aile bireylerinin bana göre incir çekirdeğini doldurmayacak sorunlarını, yaşamın en büyük felaketleriymiş ve mutlaka kendisi tarafından çözümlenmesi gerekiyormuşcasına bir sahiplenmeyle anlatırken çok tedirgindi. Sürekli merdivenin bir üst, bir alt basamağı arasında gidip geliyor, bizi gören veya duyan birilerinin olmadığından emin olmaya çalışıyordu. Herkesi ve her olayı inanılmaz önemsiyor ve sevgiyle yaklaşıyordu. Yine de beni bu standardının ötesinde sevdiğini anlayabiliyordum. Çünkü sergilediği sevecenliğinin ve anaçlığının çok daha fazlasının içinde saklı kaldığını bildiğim bu genç insanı ben de sevmiştim. Çocuğum yaşında olmasına karşın, o bana çocuğuymuşum gibi davranıyordu. Yaşı ilerleyip kırgınlıkları biriktikçe, belki bugüne kadar sergilediği sevecenliğini ve anaçlığını bile fazla bularak, o içindeki kocaman birikimi hiç devreye sokmayacak olmasından
korktuğumu düşündüğüm sırada;
" İsterseniz yatağınıza gidelim ve ben sizin bacağınıza yeniden pansuman yapayım. Bu kadar süre yatak dışında olmanız hiç doğru değil. Zaten bir önceki pansumanınızı yaparken siz uyuyordunuz. Uyandırmaktan korktuğum için pansumanınız tam istediğim gibi olmadı. Ama inanın çok güzel uyuyordunuz. Uyandırmaya kıyamadım. Ve de sanıyorum size pansuman yaptığımı hiç farketmediniz değil mi? "
Diye sordu.
" İnanmıyorum!.. Bana uyurken pansuman mı yaptın? Hiç hissetmedim. Oysa uykum çok hafiftir." Derken yalan söylüyordum.
Şömine önünde yanmak üzere sırasını bekleyen bir kütük sorumsuzluğu ve rahatlığı içinde, bir an önce başımdan gitsin diye,yattığım yerde uyuyor taklidi yaptığım için utandım.
7 Ekim 2009 Çarşamba
3 Ekim 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)